Dünyayı keşfeden, dünyayı anlatan bir düş gezgini… Türkiye’ye yerküreyi tanıtıyor, dünyayı anlatıyor; bize ise İstanbul’u anlattı. Dünyanın % 90’ını gezdiği, ama hiçbir yerde bulamadığı bu kentin ruhunu, dünyaya yön vermiş yaratıcı beyinlerin bıraktığı izleri ve bir bin yıl daha eskitemeyeceğimiz zenginlikleri…
“Kendimi tanıdığımdan beri bir gezginim, düş gezginiyim. Beşaltı yaşlarımda Sürt’te çok farklı yaşıyorduk diyebilirim. Çünkü ailem batı ile doğu arasında köprü kurmuş bir aileydi; Macarİtalyan karışımı bir mimariye sahip olan evimiz İstanbul evlerinden farklı değildi. 1928 de, Atatürk’ün de desteğiyle. Doğu Anadolu Bölgesi ndeki tek un fabrikasını kuran bir ailenin ferdiyim. İstanbul’daki maliyetinin beş altıya katı olmasına rağmen fabrikayı oraya kurarak Doğu Anadolu’nun kalkınması, gerçek değerini
bulması için çaba göstermiş ailem. Maddi yokluk, ama manevi zenginlik içinde büyüdüm. İstanbul’a geldiğimde hiç yadırgamadım ama yadırgandım. Misafir öğrenciliğim kısa sürdü. İstanbul’da. Aksaray semtinde yaşıyorduk. Kenti çok seviyordum. Reenkaınasyona inanmam ama, kentte bana ait bir şeyler olduğunu hissediyordum. Dörtbeş yaş dönemlerinde bile, bir Boğaz, bir Üsküdar, bir Kız Kulesi hayallerim vardı. On üç yaşımdan itibaren kenti bir sokak gezgini olarak tanıdım. Boğaz ı keşfettim. Bütün bunlar bana ihtiyacım duyduğum
sokak gezginliğini ve İstanbul’u tanıma fırsatını verdi. Sevdiğim mekânlara gelince, nefret ettiğim yerleri söylemek daha kolay. Etiler, Levent.. İnsan beynini hücreleştirmek için gerekli oksijeni mahrum eden plazalar ve tower larm
bulunduğu yerlerden nefret ediyorum. Belki bu binaların en yoğun ve en özgür olduğu kent New York, benim en sevdiğim şehirlerden biri, ama İstanbul a yakıştıramıyorum bu yapılan. Bir Bangkok, bir NeW York un kuruluş amacında bu tür göğe uzanma, akılcı ölçülerde yapılmış. İnsan sağlığı düşünülmüş. gereksinim ve ver azlığı sebebiyle bu düzen kurulmuş. Ama İstanbul’da alabildiğine uzanan kentleşmeye imka’n verecek alanlar var, ama hep çarpık. Tüm bunların nedeni, kolaycılık ve feodal yaklaşım. Kişisel çıkarlar yüzünden önce biz bu
yıllardan beri birbirinden çok farklı yapılar barındırmış, Birbirini yiyen bu farklılığın enerjisivle sürekli yeniden yapılanıyor. Tarihini okumaya başladığım zaman, Cenevizliler, Venedikliler. Bizans içindeki değişik yapılanmalar… Bizans döneminde bile müslüman mahalleleri var İstanbul’da. Latin mahalleleri. Musevi mahalleleri, eski Hıristiyan mahalleleri, Arap ve Müslüman mahalleleri var. Tüm bunlar o ivmenin, o devinimin bir parçası. Üstelik karşısı körler ülkesi, bütün bu güzellikleri, izleven bir yapı, o da Anadolu. Belki de Bizans döneminde bile İstanbul’un özgün özelliklerini taşıvor Istan
bul un karşı vakası. Şimdiki haliyle baktığınız zaman tamamen Anadolu, yani Osrnanlimu himayesindeki Anadolu. Yapılanmalar da öyle. XVüI. yy. sefahat kültürü başlayınca, hoş bir yapılanma doğuyor. Yalılar, büyük saraylar, eğlence mekânları… Özgün bir kültürü var. Ama bütün bu özgünlüğün içinde en önemlisi yapılaşmadaki a
kenti vedik, şimdi o da bizi yiyor. Son deprem felaketinde olduğu gibi. Kaderci veya kehanetlere inanan bh’ insan değilim. ama bilimin sunduğu veriler ortada. Tüm bunlara rağmen kentimi seviyorum, çünkü onun bir parçasıyım.
Şu anda oturduğum mekân çocukluğumun gözde semtlerinden biri olan Istinye. Bundan önce Kadıköy’de oturdum. Acıbadem, çocukluğumun uçsuz bucaksız uçurtma alanlarıydı, şimdi çarpık yapılaşmanın en yoğun olduğu yerlerden biri.
Coşkun Aral (@Coskun_Aral) Twitter
COŞKUN ARAL’IN İSTANBUL’U Resimleri

Coşkun Aral – Haberci
Coşkun Aral’ın Dünya Güncesi: Yeni Doğan Ülke Kosova – İZ HD …