Ezgi Mola Kimdir? Resimleri Fotoğrafları

Kocan Kadar Konuş: Diriliş ile arayı açmadan beyaz perdeye geri dönen Ezgi Mola’yı siyahın dramatik etkisi ve dantellerle buluşturduk.

Sırt çantasında bir hafta eve dönmeden yaşayabilmesini sağlayacak her türlü ihtiyacını bulunduruyor, çok hızlı yürüyor, öyle hızlı ki yoldan gözünüzü bir an için ayıracak olursanız onu kaybedebilirsiniz. Kıskandıracak denli iyi besleniyor, çekim boyunca ağzımıza attığımız her şeyin ardından suçluluk duyduracak kadar… Onunla karşılaştığınız an bu disiplinin mükafatını aldığını hemen görüyorsunuz zaten, “Bu durum Kocan Kadar Konuş: Diriliş’in galasına kadar böyle devam edecek,” diyor. İltifatlar gözlerini dolduruyor, küçük bir kız gibi utanıyor, daha önce hiç iltifat almamışçasına, sanki böyle içten ve değerli olduğunu bilmiyormuşçasına mutlu oluyor. Ezgi Mola onu ekranın ardından nasıl görüyorsanız karşınızda otururken de aynı öyle. Gözlerinizin içine bakıyor, enerjisi hiç dinmeden, gözlerini hiç kaçırmadan anlatıyor. Ve her şeyden önce çok komik, kendisi de çok eğleniyor, size de taştığını görünce neşesinin, keyfine diyecek yok.

Ezgi Mola Kimdir? Resimleri Fotoğrafları Resimleri




Sınıfın konsantrasyonunu bozan öğrenciler gibi hissediyorum bazen, ama kendinizi onun neşeli kahkahalarına ve harika taklitlerine kaptırmama şansınız yok. Kocan Kadar Konuş pek çoğumuzun son zamanlarda izlediği en başarılı performanslardan birini barındırıyordu. Filmin akıcılığı, dilinin yakınlığı bir yana Ezgi Mola’ydı en çok da alıp götüren izleyiciyi. Filmin elindeki en önemli kozlardan biri onun performansıydı hiç şüphesiz. İkinci film olan Diriliş’le tanışmak için sabırsızlanmamız boşuna değil, bize dönüp fısıldasın istiyoruz yine aklından asıl geçenleri, çok üstüne gelmesin istiyoruz ailesinin kadınları. Sizi eksenine alıyor Ezgi Mola, sabahın en erken saatlerinden akşama kadar süren birlikteliğimizi sıcaklığı, enerjisi ve içten gülüşüyle kaplıyor güzel oyuncu.

Formun şahane! Yürüyüş dışında ayrıca spor yapıyor musun? Antrenör ile çalışıyorum. Galaya kadar haftada dört güne çıkardık antrenmanları! Çok da iyi geliyor ve keyifli oluyor.

Kilo vermek istemenin sebebi sadece dış görünüm değil, sağlığınla da alakası var değil mi? Evet. Dizlerim çok ciddi sıkıntıydı benim için ve ilerleyen zamanlarda doktorum, bel fıtığımın çıkabileceğini söyledi. Zaten ilk filmimden sonra bir tanesi çıktı stresten, daha sonra ikinci filmimde ikinci bel fıtığım çıktı. Çok strese giriyorum, ama yorgunluktan değil tamamen psikolojik bir stres aslında. İşe odaklanıyorum ve her şeyden uzak kalmaya çalışıyorum. Efsun’u da spor yaparken izleyecek miyiz bu filmde? Efsun ilk filmde “Daha hayatıma girmemiş kocam için spor salonlarından çıkmayacağım,” diye isyan ediyordu.

İlk filmi çok sevdim, performansına hayran kaldım. Bu konuda yalnız olmadığımı da biliyorum… Çok mutlu oluyorum bunları duyunca. Ne mutlu bize.

Senin varlığının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kameraya her bakıp konuştuğunda samimiyetini yakalayabiliyor izleyici. En büyük risk oydu benim için. Yönetmeniz Kıvanç Baruönü ile konuşurken birbirimize söylediğimiz tek şey, bunun çok samimi olması gerektiğiydi. Daha önce de Türk sinemasında çok yapılan bir şey değil, genelde Amerikan romantik komedilerinde görüyoruz. Alfie’deki Jude Law ve House OfCards’da Kevin Spacey’yi izledim, çalıştım. Korktuğumuz başımıza gelmedi neyse ki ve izleyici de sevdi. İlk film Efsun’un Sinan’a evlenme teklif etmesiyle sonlanmıştı. Düğün mü izleyeceğiz şimdi? Sonlara doğru Efsun sıkışmaya başlamıştı. Bir taraftan bir şeyler geliyor diğer taraftan başka şeyler, karşısında sevdiği adam derken gittikçe daralmaya başlıyor ama istediği şeyi yapmaktan da ödün vermemeye çalışıyor. Biraz kendinden uzaklaştı sanırım Efsun ailesindeki kadınların hegemonyasına kapılıp, aslında öyle evlilik meraklısı biri değildi…

Kesinlikle. Hatta hayali kahramanına bile “Tamam, bu sefer de böyle deneyeceğim, evlenmeye karar verdim,” deyip onu bile susturup kendine yabancılaştı. İkinci film artık biraz daha evlilik sürecine giren bir hikaye olduğu için ailesinin dediklerinin, isteklerinin arasında sıkışıp kalırken Sinan ile göz göze gelmeye ve onunla asıl olan şeyi yaşamaya çalışıyor ve bunun çırpınışı var biraz. Efsun’la birbirinizi bulmuş gibisiniz. Bu kadar eğlendiriyor olması, sana yakın olmasından mı kaynaklanıyor? Efsun’u gerçekten çok seviyorum. Onun kameraya bakıp söylediği şeyler üç aşağı beş yukarı benim de söyleyeceğim şeyler.

Doğaçlama ne kadar devreye giriyor? Onu Kıvanç’a sorsanız keşke, kendi kendime çok doğaçlama yaptım demek saçma belki ama Kıvanç’ın bana sağladığı bir alan var diyelim. Her sahnede hem de. Hümeyra’dan bahsetmeden olmaz, nasıldı onunla oynamak? Dünya tatlısı bir insan, iyi ki çalıştık, umarım hep de çalışabiliriz. O kadar dolu dolu, özel ve zarif bir kadın ki… Senaryoyu hatim edip geliyor sete res-

Sana ilham veren oyuncular kim? Bana ilham veren şey hayatta istikrar ve başarı. Makyajını kendin yapabiliyor musun?

Evet kendim yaparım makyajımı, elim çok yatkındır. Gecenin bir saati sıkılınca makyaj yapan bir insanım. Gecenin üçünde oturup saç makyaj yaptığımı ve onları bozmaya kıyamadığımdan altıya kadar uyumadığımı bilirim (gülüyor).

En beğendiğin tasarımcılar hangileri?

Çok sevdiğim dostum Gamze Saraçoğlu, Dilek Hanif, Raşit Bağzıbağlı, Hakan Yıldırım, Zeynep Tosun, Özgür Masur, Özlem Ahıakın. Hepsi de koleksiyonlarını yakından takip ettiğim çok sevdiğim tasarımcılar.

Çocukluk kahramanın? Peter Pan. Çünkü amacının çok güzel olduğunu düşünüyorum. İnsanın hayallerine kendini en mutlu ve iyi hissettiği anda ulaşabileceğine inanıyorum. Ayakkabı mı? Çanta mı? ikisine de bayılıyorum, ayırt etmek çok zor! Jimmy Choo’nun stilettolarının ise hastasıyım.

En sık pişirdiğin yemek nedir? Et ve fırın yemeklerini ve zeytinyağlıları çok sık pişiririm.

Tekrar tekrar izlediğin filmler? Sil Baştan, Esaretin Bedeli, Hayat Güzeldir,

Piyanist…

Çay mı? Kahve mi? Sade Türk kahvesi. Güne nasıl başlıyorsun? Kahvaltı en sevdiğim öğündür. Biz ailecek her öğün kahvaltı yapabilen bir aileyiz. Bazı akşamlar, hava erkenden kararır ama gün bitmez ya o zamanlar da sıcacık kızarmış ekmek kokusu ve çay hep olurdu.

Parfümünü sık sık değiştirir misin? Çok değiştiririm ama son bir buçuk yıldır favorim Guerlain, Encens Mythique D’Orient. Makyaj çantanda bulundurduğun beş tane parça nedir? Göz kalemi, rimel, ruj, dudak kalemi.

Çantandan asla çıkarmam dediğin birkaç parça şey nedir? Gözlüğüm, kalem kutusu içinde makyaj malzemelerim, kulaklığım, diş fırçam ve macunum olmazsa olmazlarım. Ben bir hafta başka evde kalabilecek kadar eşya yanımda bulundururum. Dinlemekten asla bıkmadığın bir müzik albümü? Sezen Aksu’nun her albümü.

Bizim setimiz filmin türü bakımından da mavrası yüksek bir set, arada gevşemeler olabiliyor (gülüyor), Hümeyrabunu yaparken konsantrasyonunu o kadar doğru bir yerde tutuyor ki. Hayranlıkla ona bakıp işin içine daha da çok girmek için çabalıyor insan. Gerçekten çok özel biri, çok seviyorum ve bu filmin çok kıymetlisi.

Kadro aşağı yukarı aynı değil mi ilk filmle? Bu filmde Hümeyra, Sinan’ın annesi (Nilgün Kasapoğlu) ve babası (Hakan Salınmış)’yla tanışıyoruz. Onlar dışında bir de Sinan’ın erkek arkadaşları giriyor devreye. Amelie’ye çok benzetiyorum Efsun’u… Amelie benim çok sevdiğim bir filmdir. Audrey Tautou’un tipinden tutun da filmin müziğine, resmine, kostümüne kadar çok tatlı bir dünya.

Efsun gibi Amelie de hayatı boyunca acele etmeden, bekliyor başına gelecekleri. Aynen öyle. Benim için bir sahnesi vardır hep aklıma o gelir. Hayal kırıklığına uğradığı yerde bir anda su olup yere dökülürdü. Bir hayal kırıklığı bu kadar iyi anlatılabilirdi herhalde. Hep ağlaya-sım gelir o sahnede.

Sen nasıl biri oluyorsun aşık olduğun zaman? “Ben aşık mıyım?” kısmı beni hep utandırıyor. Kendi hayatımda da çok yakınımdaki insanlarla paylaşan ve yaşayan bir insan olduğum için, o bir histir ve hissedilir. Canım sıkılıyorsa gerçekten canım sıkılıyor, idare etmeye çalışmıyorum bu durumu, ertelemeye çalışmıyorum o can sıkıntısını. Aynı şekilde mutluluğu da öyle. Bugün sette de gördünüz, bir şeyle eğlenmeyi istiyorsam o anda gerçekten tüketene kadar eğleniyorum, tabii işleri aksatmadan.

Ailenin senin hayatına karışmalarına izin verir miydin? Benim izin vermeme gerek kalmadan, onlar hep kendi sınırlarını kendileri koyuyorlardı. Bellibiryaşa kadar benim sınırlarımı bana koydular, belli bir yaştan sonra da bana bıraktılar. O konuda aydın bir ailem vardır, anlayışlı, elinden geldiğince destek olmaya çalışan ve köstek olacaklarsa da kendi bahanelerini sonuna kadar savunan “Çünkü, bundan dolayı,” diye kendini anlatmaya çalışan bir ailem var. O yüzden de kimse kimsenin alanına daha fazla müdahale etmeye çalışmadı.

Nasıl bir çocukluk geçirdin? Oyuncu olmaya karar verdiğinde desteklediler mi seni? Trajik (gülüyor). Ailede bu sektöre dair, yani sanata dair herhangi bir şey yapan birisi yoktu. Dolayısıyla, “Yapmak istediğin başka şeyler de vardır herhalde,” gibi yorumlar duyuyordum. Bir ara genetik mühendisi, bir ara astronot, bir ara avukat daha sonra da dedektif olmayı istiyordum, bu da değişir diye düşündüler muhtemelen (gülüyor). Gerçekten bu saydıklarının hepsini yapmayı hayal ettin mi? Tabii canım! Vasat matematiğim ile genetik mühendisi de olmak istedim. Kiminin sosyali iyidir, kiminin sayısalı iyidir. Benim sosyalim iyiydi öyle söyleyeyim (gülüyor). Okulda hangi dersten keyif alınacaksa o dersi seçmen gerekiyor. Benim sosyal tarafım kuvvetliydi, edebiyatı severdim. Mesela edebiyat dersinde münazaralar yapılırdı, onlara katılmayı seviyordum.

O zamanlar da çıkıyor muydu ortaya oyuncu kimliğin? Muhakkak çıkıyordu. Ben lise birinci sınıftayken oynadığım tiyatro oyununun afişini okulun duvarlarına asardım, sorardım arkadaşlarıma gelmek ister misiniz diye. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin kurslarına gidiyordum o dönem. Çok şanslıydım çünkü kurstaki hocamız bize; “Siz iyi bir sınıfsınız, sizinle tiyatro yapılır,” demişti. Profesyonel bir tiyatro kurdu kendi adına, sahneye çıkıyorduk, biletlerimiz satılıyordu ve ben daha 15 yaşındaydım. 16 yaşımda ise ilk kez bir dizide oynadım. Yardımcı oyunculuk ve figüranlık yapıyordum. Şanslıyım ki set, Kartal Tibet’in setiydi ve Kartal Hoca “Bu kıza da dialogyazın,” demişti.

Şendeki cevheri gördü diyebiliriz…

Bilmiyorum artık cevher mi gördü, yoksa diğer yardımcı oyuncu arkadaşlar söyleyemezse bu mu söyler dedi ama bir şekilde hayat beni oraya götürdü zaten. Yapabildiğimi yaparak, uygulayarak gösterdi bana hayat. “Sen bunu yapabiliyorsun, devam et,” dedi.

Bayağıdır seni dizilerde görmüyoruz, neden? Evet, üç yıl oldu dizilerde oynamayalı.

Bunun sebebi içine yer edecek, herhangi bir projenin karşına çıkmaması mı? Senaryolar okudum, okuyorum da ama benim oraya kendimi koyduğumda bana “Ben bunu yaparım,” dedirten bir durum olması gerekiyor ve bunu henüz diyemedim. Benim içim esas olan oynamak. Bunu bir tiyatroda, filmde, reklamda da yapabilirim hiçbir farkı yok benim için, maksat oynuyor olmak… Keyif aldığım, yapabildiğime inandığım şey o çünkü.

Sanatla bağlarını nasıl koruyorsun? Kendi yaptığın işler dışında üretilenleri takip edebiliyor musun? Hepsini elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Mesela şu an tadı damağımda kaldığı için söylemek istiyorum. Tolga Karaçelik’in Altın Portakal’ları silip süpürdüğü, başrolündeki Nadir Sarıbacak’ın resmen şov yaptığı sinema filmi Sarmaşık’ı gerçekten hayranlıkla izledim. İyi bir şarkı dinlediğinde, iyi bir film izlediğinde ya da sokak sanatçılarının bir binaya yaptığı bir resme baktığında mutlu oluyorsun.

Dizilerden hangilerini takip ediyorsun? Yabancılardan Homeland’ in hastasıyım. Kendi dizilerimizden ise neredeyse hepsini takip etmeye çalışıyorum. Hatırla Gönül, Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz, Analar ve Anneler, Kösem… O Ses Türkiye’ye çok takılıyorum bir de. Sabah programlarına bayılıyorum. İzdivaç programlarını çok izliyorum. Müge Anlı’nın katilleri araması, olayları çözmesine bayılıyorum, onu da izliyorum (gülüyor).

Yorum Yaz